11/15/2009

Çizgi Filmin Tarihsel Gelişimi


Gerçekte bugün, “Canlandırma, günümüz filmlerinde bilinmeyen görüntü ve deney alanlarını araştırıp geliştiren bir sanat olup tüm sinema dallarının en özgür alanıdır”.
Çizgi filmin gelişimi, 19. yüzyılın sonlarına doğru fotoğrafın ve sinemanın gelişimine paralel bir yol izlemiştir. Sinemanın bazı prensiplerinin çizgi filmle olan ilişkisi, çizgi film sinemanın bir dalı olarak karşımıza çıkarmıştır. Bu yapısal özdeşlik her iki sanatında hareketle olan ilişkisinde temellenmiştir.
Durağan görüntülere hareket izlenimi verebilme yüzyıllardır İnsanoğlu’nun isteği olmuştur. Neanderthal insanlar mağara duvarlarına avladıkları ve kendilerini avlayan çeşitli hayvanların resimlerini çizerlerdi. Bu resimleri sadece dini nedenlerle kendilerini ifade etmek veya avlanmakta ki başarılarını göstermek amacıyla çizildiğini araştırmacılar söylemektedir.
Hareketli izlenimi oluşturma çabası, tarihsel süreç içinde Yunan veya Romalı heykeltraşlar ile devam etmiştir. Tanrıların, atletlerin, heykellerini mükemmel bir denge ve canlılıkla yaptılar. Bu heykeller hareketlilik içeren pozlarda dengeli duruşlarının mükemmelliği ile adeta yaşamı temsil etmektedirler. Miron’un “ disk atan adam” bir sonraki hareketinde diski atacakmış gibi hareketin o uç noktasına işlenmiştir. Aynı dönemlerde savaşların kalkanlarının üzerinde savaşlar bir seri silvet resimler anlatılıyor, kalkanları döndürünce savaşı sınırlı bir animasyon içinde seyretmek mümkün oluyordu.
Geniş anlamda canlandırma tarihinin dört belli başlı evre geçirmiş olduğu söylenebilir.
- Başlangıçtaki büyücülük ve gözbağcılık dönemi
- 1920’lerde çizgi filmin sinema endüstrisinin tecimsel, eğlence araçlarından biri durumuna gelmesi
- 1930 ve 40’larda canlandırma filminin uzun sarımlı (metrajlı) eğlenti film biçimine dönüşmesine yol açan, teknik gelişim dönemi
- içinde bulunan ve canlandırma filminin, televizyon reklamından, özel deneme ve eğitim filmlerine değin, hemen her alanda büyük ölçüde yaygınlaşması dönemi.
Aslında insanlık tarihine bakıldığında, çizgi filmin temellerini mağara resimlerine kadar uzatmak mümkündür.
Mağara duvarlarındaki av sahneleri Neanderthal insanın yaşadığı dönemdeki avladığı hayvanların resimlerinden oluşmaktadır. Çizdiklerini gerçeğe yakın olması için çok yönlü kol ve bacaklar eklenmesi canlandırmadaki hareket özelliğine yakındır. Fransa da bulunan Altimira, Lascaux mağaraları bu resimlerin yapıldığı mekanlardır.
Daha sonraki dönemlerde yapılan resimler de insanoğlu hareketi yakalama çabası içindedir. Bunlardan en ilgi çekici olanı Ortaçağ İngilteresi’nde yapılmış olan bir halıdır, bir duvar halısı olan bu sanat eseri on yıl da işlenmiştir. Üzerindeki işlemeler Anglo-Sakson Krallığı’nın Norman’lar tarafından istilası anlatılmaktadır. Zamanımızın popüler sanatı çizgi film açısından ilgi çekici bir belgedir.
İlk çağlarda Altamira mağaraları duvarlarına çizilen resimlerden,sinemanın bulunuşuna kadar geçen süreç içerisinde sanatçı,yaptığı resimlere, garip bir içgüdüyle, “hareket” izlenimi vermeye çalışmıştır. Bu konuda, bilim adamlarının, sanatçıların ve düşünürlerin oluşturdukları sistemler, sinemanın oluşumunu olanaklı kılmıştır. Fotoğrafın ve sinemanın sosyolojik perspektifine baktığımızda, bunun geçen yüzyılın ortalarında modern resim alanında meydana gelen ruhsal ve teknik krizin doğal bir sonucu olduğu görülmektedir. “Andre Malraux” sinemayı plastik gerçekliğin evrimi olarak tanımlamıştır. Başlangıç noktası olarak da Barok resmi ve Rönesans dönemini almıştır.
Tarih öncesinin sanatçıları mağaralara çizdikleri figürlerle hareket izlenimi verebilmek için tek bir uzvun hareketini temsil eden veya bir tek hayvan figürü için binlerce resim çizdiler. Altamira mağara duvarlarındaki erkek domuz figürünün vücut ve dört ayağı net,koşu anında gözlenebilen diğer ayaklar flu çizilmiş böylece durağan bir görüntünü iki uç noktası belirlenerek hareket izlenimi verilmeye çalışılmıştır.
John Halas’ın yorumuna göre “yaratıklarının içine hayatın canlılığını vermeye çalışarak belki de tanrılarla büyük bir gizi paylaşmanın umudunu yaşamışlardır.
Bütün bu çabalar sınırlı insanlarla kısıtlanmış, ,insan gözünün retinasında görüntünün kısa süreli kalıcılığı değerlendirilebilecek teknolojik gelişmeler, tarihsel süreçle birlikte araştırılmaya başlanmıştır.
Görüntünün geçici bir süre retinada kalması ilk kez, M.S. 130 yılında Mısır da yaşayan Yunanlı bilim adamı ve filozof Ptolemy tarafından farkedildi. Canlandırma anlamında ilk bilinen veriler ise, 17. yüzyıla aittir. 17. yüzyılda Papaz Athanasius Kircher yaptığı basit projeksiyona “Magiclantern” (sihirli fener) adını vermiştir. Bu alet, herhangi bir (güneş ya da mum) ışık kaynağından yansıtılarak mercek ve aynayla oluşturulmuş bir kutuydu.
Negatif film kullanılarak, siyah arka fon üzerine beyaz bir kibrit çöpünden yapılmış adamların hareket ettirilmesi canlandırma sanatının başlangıcıdır.
Günlük gazetelerde yayınlanan resimli öyküler canlandırma özellikle çizgi filmler için zengin bir kaynak oluşturmuştur.
Tarihsel gelişimin ilk yıllarında çeşitli Amerikan çizgi film dizileri yaratılmıştır.
Ressam, ne kadar yetenekli olursa olsun bir resim temsil ettiği kişilerin ve sahnelerin hareketini yeterli biçimde, canlandıramaz. Çinliler uzun zaman önce, bu sorunu, gölge tiyatrosuyla; adının tam tersine “siyah” değil de renkli “ Çin gölgeleri” ile çözümlemişlerdir. Zaten dünyanın hemen her yanında böyle tiyatrolar vardır; Cavalılar’ın ki “siyah”tır, Türklerinki “renkli”dir. (Karagöz), ama bunlar oldukça ilkel biçimde hareketlendirilmiştir. Çinli “gölge oynatıcıları” bu sanatta o kadar ustadır ki bu resimlerin gerçekten canlı olduğu izlenimi yaratmayı başarırlar.
Çizgi film, sinemasının atası olan izdüşüm feneri’ndeki (sihirbaz feneri) halk resimlerinin yerini almıştır. Sinemadan çok önce “praksinoskop” (1876) ve “optik tiyatro”nun (1888) yaratıcıs Emile Rey naund, Çizgi filmlerin temel ilkesini buldu. Bir hareketin projeksiyona verildiğinde canlılık duygusu uyandıracak şekilde bir dizi sabit resme bölünmesi, Sinema tarihinin ilk çizgi filmleri arasında Un bon bock (1889), Clown et ses chines (Palyaço ve Köpekleri), (1890) sayılabilir.
Çizgi filmin ve hareketli resimlerin gelişimi Kircher’in öğrencisi Gaspar Scholt tarafından oluşturuldu. Schott durağan görüntüleri hareket içinde sunan bir alet yaptı, bu alet temelde “sihirli fener’e’ bağlı kalınarak yapılmıştı. Schott resimleri yatay yerine dairesel bir platforma yerleştirdi, böylelikle resimler dönerek hızlı bir biçimde yansıyabiliyordu. 1736 yılında Hollandalı bilim adamı Pieter Van Mussecherbrock bildiğimiz anlamdaki “hareketli görüntü”yü oluşturdu. Bu görüntü yeldeğirmenlerini tasvir eden bir dizi resimden oluşuyordu.
Bu uğraşların ardından geçen çalışmalar sonucu, dairesel dönüşümler yapabilen diskler üzerine hareket döngüsü sağlayacak şekilde çizilen figürlerin oluşturdukları etki, sinemanın bulunuşundan önce, bu tür atletlerle oluşturulan tiyatroların doğmasını sağladı. Canlandırma sinemasına en yakın sanat biçimlerinden biri de kuşku yokki, gölge oyunu tiyatrolarıdır. Bu tür tiyatroların Türkiye de ki temsilcileri ise; Karagöz, Hacivat gölge kahramanlarla gerçekleştirilen gölge oyunu tiyatrolarıydı. 1517 yılında Türkiye ye girdiği kabul edilen gölge oyunları özellikle Ramazan da kahvelerde ve evlerde o dönem insanlarının eğlence alanını oluşturdular. Geriden aydınlatılmış bir bez veya renkli bir kağıdın arkasından oynatılan gölge oyunu karakterleri önden perdeye yansıyor ve oyun sergileniyordu. Bu tür bazı temel kurallar açısından, gölge oyunu tiyatrolarını da çizgi filmlerin ilk çalışmaları olarak kabul edebiliriz. Dolayısıyla, çok iddialı olmamak koşuluyla, çizgi film sinemadan önce başlamıştır diyebiliriz
İnsanın doğasında yer alan araştırma isteği; yeniden ortaya koyabilme şeklinde birbirinden değişik türdeki araştırma sonuçlarını sergileyerek ortaya çıkarır. Gölge oyunu eklemleri silvet tipi canlandırma tekniklerinden biridir. Çin Uygarlığı ile kendini gösteren gölge oyunu günümüzden yaklaşık 300 yıl önceki büyülü fener bu alanda öncüdürler.
18. yüzyılda büyülü fener oynatıcısında sergilenen, Hollanda resimlerini ilk çizgi filmler olarak düşünebiliriz. Bu plaketler güncel çizgi filmin temel kurallarına uygun olarak renklendirilmiş camdan resimlerdir.. Resimlerdeki insan hareketleri bir veya iki hareketle sınırlıydı, gözler ve eller oynar, bir yel değirmeni döner, meraklı kukla bir tencerenin kapağını açar ve tencereden çıkan canavarı tutar. Bu resimleri bir saniyede fenerin önüne yerleştirmek ve yerine değiştirmekle basit hareket elde ediliyor ve fener sınırlı animasyon etkisi sağlıyordu.
Çizgi filmlerde kullanılan ilk karakterler geometrik biçimlerden oluşturuluyordu.böylelikle filmin temelinde olan esneklik ve estetik hareketler kolaylıkla yapılabiliyordu. Bu ilk denebilecek çizgi filmlerde sanatsal gösteri işleri de hareket ve arka plan her karede tek tek yeniden yaratılıyordu. Ancak 1914 de Earl Hart tarafından keşfedilen şeffaf seluloit yapraktan sonra karakterler ve arka plan kendi başlarına bağımsız bir şekilde bir yüzey olarak çizilebildi. Bu keşif çizgi filmin daha sonra sinemasal ve resimsel olarak gelişmesine olanak sağladı. Film ve iki boyutlu ilkel niteliğinden sıyrılarak perspektifin doğal biçimlerinin görünebildiği bir hal aldı.
Yüzyılın başlarında ilk kez Emile Cohl sinema kamerası kullanarak canlandırılmış resimlerden meydana gelen film yaptı
İlk çizgi filmlerin yapımı 1900’lü yıllarda başlamıştır. Bu yapımların öncüsü olarak kabul edeceğimiz Fransız sanatçı Emile Cohl, beyaz kağıtların üzerine bir dizi siyah figür çizdi. Bu basit çöpten adamların kullanıldığı filmi perde de negatif bir biçimde izleyiciye sundu. Siyah zemin üzerinde hareket eden beyaz figürler izleyicinin çok ilgisini çekti. .
Daha önce çeşitli denemeler yapılmış olmakla birlikte, çizgi filmin babası 4 ocak 1857’de Alsace yöresinde doğan Cohl’dur. Cohl’un 36 m’likilk filmi Fantasma Goriey’le(1908) gerçekleştirmek istediği şey kahramanlara bağımsız bir hareket kazandırmaktı.
Cohl tek resimli çevirim işlemini uygulayarak ilk canlı resim filmlerini gerçekleştirdi.
1824 yılında Peter Mark Roget “Hareket eden objeler” konusunda “Görüntünün Kalıcılığı” adlı çalışmasını yayımladı. Bundan etkilenen Joseph Plateau, 1829’da “Phenakisticope” adlı bir alet yaptı. Bu alet üzerine 16 resim monte edilmiş dairesel bir yapıdan oluşuyordu.Bu resimler birbirinden çok az farklarla çizilmişti ve bu seri tam bir hareketi gösteriyordu. İzleyici hızla dönen disteki resimlere bir yarıktan bakınca, sınırlı görüntü alanı içinde hareketi görebiliyordu.
Tüm bu gelişmelerden sonra çizgi filmin ihtiyacı, tüm bu resimlerin tek kare pozlanabilmesi ve bu resimlerin saniyede 24 kare hızla yansıtılarak hareket izlenimi verebilecek araçların yapılmasıydı. Bu aşamadan sonra çizgi film bireysellikten çıkıp kitlesel izleyici topluluklarına yöneldi. 19. yüzyılın sonlarına doğru ve 20. yüzyılın başlarında sinema ile ilgili yapılan buluşlarla birlikte çizgi filmin teknik gelişimi de hiz kazanmaya başladı.
Artistik kaygı ile üretilen bu filmlerin ardından Winsor Mc Cuy’un filmleri ile beraber teknik yaklaşımda önem kazandı. Pat Sullivan’ın yaratıcısı olduğu “Felix The Cat” ile çizgi film teknikleri hızlandı. Çizilen resimler beyaz arka plan üzerinde siyah çizgiler olarak filme alındı.
Yalın bir dekor ve çizgilerle yaratılan çizgi film tiplerinin çeşitli serüvenleri ilgi toplayarak, izleyiciler tarafından beğeni ile izlenen, güldürü, eğlence olarak benimsenen, bir film türü haline gelmiştir. Çizgi filmler zamanla o kadar çok beğeni kazanmıştır ki, sanatçı eliyle ortaya çıkarılan çizgi film kahramanı, daha sonra kalemden ayrılarak, kendine özgü bağımsız bir yaşam kazanmıştır.
Genellikle hayvansal tipleme olan çizgi film kahramanları, giderek yaşayan film yıldızları kadar ünlenmiştir.
Günümüzdeki canlandırma sanatındaki verim artışının başlıca dürtükleyicisi televizyondur. Bu konuda, film üreticisi ülkelerin çoğunda çizgi film sanatı hızla gelişmektedir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder